6 Kasım 2011 Pazar

Kaos Kuramı ve Hem-Hem Mantığı



Kaos Kuramı, son yılların en ilgi çekici kuramsal bilgi alanı haline geldi. Bir bilim dalı olarak ayrışma aşamasına henüz gelmemiş olsa da, geleceği hissedebilme ya da yaratabilme yolunda duyarlılığa sahip olanlar tarafından parlayacak bir bilim olacağı kolayca öngörülebiliyor.


Her şey çok kötü gidiyor sanki… Dünyanın enerji boyutundaki fotoğrafı karmaşık bir sis perdesiyle kapkara görünüyor. Evrenden galaksimize doğru inerken masmavi bir gülümseyişle bizi karşılayan Dünya anamız, o uzaklıktan görünmeyen ama her birimizce hissedilen bu kara sisin içinden, küçük ama güçlü ışık huzmeleriyle parlayan enerjileri de o mavi bağrından evrene doğru yansıtıyor bir taraftan. Böylesine tezatlıklar evrenin doğasında öyle çok ki, bazı güzellikler karanlık sislere rağmen parlıyor.

Hem karanlık, hem ışık…
Bu güzellikler, her şeye rağmen bir taraftan ilerlemeye devam eden bilim ve felsefe çalışmalarında parlayan insanların ışıklarında gizli…

Bazen sessizce hayatımıza giriyor, bazen de gümbür gümbür değiştiriyor hayatımızı bilimsel çalışmalar. Pozitif bilimde olduğu kadar, elle tutulur gibi görünmeyen fizik ötesi konularda çağı tepetaklak edecek teoremler, kuramlar son sürat yayılıyor. Bunlardan bir tanesi de Kaos Kuramı…

Kaos Kuramı, son yılların en ilgi çekici kuramsal bilgi alanı haline geldi. Bir bilim dalı olarak ayrışma aşamasına henüz gelmemiş olsa da, geleceği hissedebilme ya da yaratabilme yolunda duyarlılığa sahip olanlar tarafından parlayacak bir bilim olacağı kolayca öngörülebiliyor.


Bunu öngörenlerden birisi de Doç. Dr. Haluk Berkmen… Fizik Doçentliğini kavramsal bilimlerle zenginleştiren Haluk Berkmen, zengin anlatımlarla, bizler için bazen anlaşılması zor olan kuramsal bilimler konusunda bir ışık gibi parlıyor. Kendisini önceleri yazılarıyla ve dil araştırmalarıyla takip edip, makalelerimde bazen başvurduğum bilgi kaynağı olarak tanırken, zamanın bir noktasında yolumuz kesişti ve yüz yüze tanışma şansına da eriştim. Hiçbir şey tesadüf değil sanırım. Bir yola düştüğünüzde, yola revan olmayı, en sonunda yol olmayı başarabilmeniz için taşlar önünüze sıralanıveriyor. Haluk Hoca’nın değerli bilgilerini kendi ağzından dinleyip, verdiği zihnimi zenginleştirme şansım için evrene teşekkür ediyorum.

Haluk Hoca zaman zaman seminerler verir değişik mekânlarda. Bu mekânlara TuVa adında yeni bir sanat merkezi eklendi. TuVa’da her cumartesi ilginç ve popüler bir konuyla seminerlerine devam edecek olan Haluk Hocamın ağzından vereceği yeni seminerin konusu duyunca kendimi tutamayıp birkaç soru sordum ve dinlediklerimi paylaşmak istedim. Daha önce kendisiyle aynı kuramla ilgili teknik bilgileri içeren bir röportaj yapılmasına rağmen ben farklı bir açıdan aktaracağım Kaos Kuramını…

Kaos Kuramının içinde sözü edilen hem yeni bir mantık yapısını, hem Kaos Kuramı ile ilgili gelecek öngörüsünü; Haluk Hocanın dilinden, benim kalemimle aktarmaya çalışacağım.

Kaos kavramını ve son yıllarda revaçta olan Kaos Kuramını nasıl tanımlarsınız?
Doğadaki canlı ve cansız varlıklarda beliren karmaşık görüntüleri klasik fizik kavramlarıyla açıklamak, tüm gayretlere rağmen, bugüne kadar mümkün olmamıştır. Bu bakımdan, Kaos kavramı klasik Newton fiziği ile açıklanması mümkün olmayan doğal ve karmaşık oluşumlar ve hareketlerle yakından ilgilidir. Bir diğer deyiş ile: Kaos, klasik fiziğin bittiği yerde başlar.

Son yıllarda Kaos ile ilgili pek çok kitap, makale yayınlanmış, konferans ve sempozyum düzenlenmiştir. Kaos Kuramı, matematik ile görsel sanatı birleştiren ve bilgisayarlar sayesinde gelişen ciddi bir kuramsal bilim dalı olmak yolundadır.

Kaos kuramı ilk defa nasıl ve kimin tarafından dile getirildi, bu kuramın temel ilkesi nedir?
Kaos ile ilgilenen ilk kişi Los Alamos’un kuramsal bölümünde çalışan Mitchell Feigenbaum adlı matematikçidir. 1974 yılında, hızlı bilgisayarlar henüz yokken, Feigenbaum bir el hesap makinesi ile kendi üzerine dönüşümlü denklemlerle ilgilenmeye başlamıştır. Kendi üzerine dönüşüm olayına “iterasyon” denir ve bir denklemin sonucu olarak elde edilen sayıyı aynı denkleme yeniden başlangıç şartı olarak yerleştirme tekniğidir. Yani, iterasyon “geri besleme” olayıdır.

Kaos Kuramı ile doğa olayları arasındaki ilişkiyi açıklayabilir misiniz?
Doğadaki canlı varlıklara baktığımız vakit onların gelişimlerini ve yaşamlarını geri besleme metodu ile sürdürdüklerini görüyoruz. Örneğin her bitki bir tohum üretir ve bu tohum toprağa düştüğünde önce bir fidan, daha sonra da gelişmiş bir bitki ve nihayet yeni bir tohum üretir. Yani, başlangıç ve sonuç tohumdur. Hayvanlar ve insanlar da bir embriyo hücresinden yaşama başlarlar ve gelişmiş canlı varlıklar çiftleşerek yeni embriyolar üretirler. Kaos kuramı bu geri besleme ve tekrardan oluşan benzeşme mekanizmasının en genel matematik temelini oluşturmuştur. Artık rahatlıkla diyebiliriz ki; sadece canlı varlıklar değil, evrende var olan tüm canlı ve cansız sistemlerin temelinde iterasyon ve dolayısıyla Kaos vardır. Zira cansızlar da dönüşerek değişirler.


Şu halde Kaostan Kozmos türemekte veya karmaşa, düzeni oluşturmaktadır. Bu kuram sayesinde Kaos korkulan ve kaçınılması gereken bir kavram olmaktan çıkmış, doğadaki oluşumların ve hareketlerin temel nedenine dönüşmüştür.

Kaos kuramına göre hiçbir sistemin uzun süre düzenli kalması da mümkün değildir. Nasıl ki karmaşa düzen oluşturursa, düzen de belli bir süre sonra karmaşaya dönüşmek zorundadır. Yaşamı ve ölümü bu şekilde açıklamak mümkündür.
Kaos kuramını doğal yapılarla ve basit örneklerle açıklamak
mümkün müdür?
Kaos Kuramı doğadaki karmaşık yapıları bilgisayar teknolojisi sayesinde görsel olarak bizlere sunmaktadır. Bir ağacın dallarını ve yaprakların damarlarını incelediğimizde hiçbir ağacın veya yaprağın bir diğerine yüzde yüz benzemediğini, her birinde küçük fakat belirgin farkların bulunduğunu görürüz. Demek ki doğa determinist (belirgin) olmayıp karmaşa (belirsizlik) içermektedir. Bu belirsizliği Kaos Kuramından bir hayli önce Kuantum Kuramı ileri sürmüştür. Şu halde Kaos Kuramı ile Kuantum Kuramı çelişmeyip, aksine birbirlerini destekleyen ve tamamlayan kuramlardır.

Bedenimizdeki kan damarlarında, parmak izlerimizde, akciğerlerimizin içyapısında, hatta sinir dokularımızda karmaşa bulunduğunu görmekteyiz. Kaos kuramı sayesinde bu yapıların açıklanabildiğini ve görsel olarak sunulabildiğini söyleyebiliriz. Doğadaki bulutlar ve kıyı şeritlerindeki görüntüler ile gökadaları da aynı şekilde kaos içerirler.

Kaos kuramının temel taşları denilen, kelebek etkisi ile Fraktal geometri tanımları için bize neler söyleyebilirsiniz?
Kelebek etkisi başlangıç şartlarına duyarlı sistemler için geçerlidir. Kelebek etkisini basit olarak tanımlamak istersek, “Avustralya’da bir kelebeğin kanat çırpışı Avrupa’da fırtına oluşturur” diyebiliriz. Ancak bu durum sönümlü olmayan ve kendi üzerine dönüşerek tekrarlanan sistemler için geçerlidir. Özetle “küçük etkilerden büyük sonuçlar doğabilir” sözünün metaforu kelebek etkisidir.

Kelebek etkisini denklemlerle ilk ifade eden ve bilim dünyasına sunan kişi Avustralya’lı meterolog (iklim bilimci) Edward Lorenz’dir. İklim değişikliklerini, 1961 yılında, bir bilgisayar programı ile modellemeye çalışan Lorenz, başlangıçtaki küçük farkların birçok iterasyon sonucunda büyük farklara yol açtığını göstermiştir.

Ancak, kendi üzerine dönüşerek gelişen ve değişen sistemlerin görüntülerine Fraktal adını veren kişi Polonya doğumlu ve Amerika’da yaşayan Benoit Mandelbrot’dur. Fraktal sözünü, kesirli anlamına gelen “fractional” sözünden türemiştir. Zira Fraktal geometri bizlere kesirli boyutların varlığını kanıtlamaktadır.

Kesirli boyutlara örnekler verebilir misiniz?
Yukarıda verdiğim tüm örnekler kesirli boyut içerirler. Örneğin, bir deniz kıyısının gökten çekilmiş görüntüsünü ele alalım. Uçaktan çekilen fotoğraftaki görüntü ile çok yakından çekilmiş bir fotoğraftaki görüntü arasında önemli bir fark yoktur. İki fotoğraf bire bir aynı olmasa da aralarında temel bir benzeşimin bulunduğunu söylemek yanlış olmaz. Yani, ölçek değişse de yapının aynı kalışı ve temelde bulunan özelliğin kendini koruması durumuna kesirli boyut diyoruz. Zira tam sayılı -bir iki veya üç- boyutlu nesneler birbirlerinden yapısal farklılıklar içerirler. Kesirli boyutlu nesnelerde bu farklılıklar ortadan kalkar.

Bir deniz süngerini düşünün. Hiçbir deniz süngeri bir diğerine benzemese de temelde ortak bir yapıları vardır. Bir deniz süngeri ne iki boyutlu ne de üç boyutludur. İki ile üç arasında bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü deniz süngerindeki delikli yapı onu hem iki boyutlu hem de üç boyutlu olmasını sağlamaktadır. Deniz kıyısı gibi deniz süngerinin de Fraktal yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Kesirli boyut kavramı ve karmaşa ile düzen arasındaki yakın ilişki, ikili mantık düzeninden uzaklaşmamız gerektiğine ve vahdete, yani tekliğe yaklaşmamız gerektiğine mi işaret ediyorlar?
Eğer olaylara katı bilim açısından değil de, yaşam felsefesi ve insani düşünce yapısı açısından bakarsak bu görüşe tamamen katılırım. Zira insanın bir fizik, yani (bedensel) boyutu olduğu gibi bir de metafizik (ruhsal) boyutu vardır. Gerek Kuantum Kuramı gerekse Karmaşa Kuramı bu ikili yapımıza destek vermektedirler. Örneğin, Kuantum Kuramına göre bir nesne, ister küçük ister büyük olsun, hem parça hem de dalga özelliği taşımaktadır. Demek ki, ayırımla ve karşıtlıkla değil, birliktelikle ve bütünsellikle düşünmenin zamanı gelmiştir.

Bunun için de yeni bir mantık yapısına gereksinim vardır. Bu yeni mantığa ben Hem-Hem mantığı diyorum. Bu mantığa göre karşıt kavramlar temelden yoktur ve bu karşıtlıklar bizim beynimizin ürünüdürler. Karşıt kavramlar birer zan iseler, kaçınılmaz olarak vahdet, yani teklik kavramını kabullenmek durumunda kalacağız. İnsanlık henüz o noktaya ulaşmış olmasa da oraya doğru yaklaşmakta olduğunu söyleyebiliriz.

Kaos Kuramının gelişimi için gelecek öngörünüz nedir, nereye varabilir, bizi nereye taşıyabilir? Bu konuda ne kadar uzağı, yani geleceği tahmin edebilirsiniz, düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?
Kaos Kuramı önümüzdeki yıllarda temel bilim özelliğini kazanacak ve üniversitelerde ders olarak okutulacaktır. Nedeni de bilgisayar teknolojisinin çok hızlı bir şekilde gelişmekte oluşu ve gittikçe daha büyük bellekli bilgisayarların kalem ile kâğıdın yerini alışıdır. Artık fizikçiler ve matematikçiler doğrusal ve sürekli analitik denklemler yerine kendi üzerlerine dönen ve süreksiz iterasyonlarla gelişen denklemlerle uğraşacaklardır.
Bu yeni yaklaşımın felsefi etkileri de kaçınılmaz olarak gerçekleşecektir. Zira her bilimsel yenilik bir süre sonra felsefi düşünceye de yansımaktadır. Bu durumun geçmişte birçok örneği olduğu gibi gelecekte de kaçınılmaz olarak etkileri görülecektir. Sadece felsefi düşünceyi değil, mantık denen düşüncenin iskeletini de temelden değiştirecektir.
Kaos Kuramının bir diğer etkisi pozitif bilimle sanatı yakınlaştıracağı ve bilim adamlarını sanatçıya dönüştüreceğidir. Her ne kadar bilim adamı “bilim adamı” ve sanatçı “sanatçı” olmaya devam etse de aralarındaki kapanmaz gibi görünen uçurumun azalacağı görüşündeyim. Özetle, önümüzdeki on veya yirmi yıl hem düşünce tarzımızda hem de davranış şeklimizde önemli değişikliklere gebedir.
***
Bu yeni kavram, kim bilir önümüzdeki yirmi yıl içinde neleri nasıl değiştirecek? Artık kesin öngörüde bulunmak için hangi hızla kehanette bulunmak gerek kestiremiyorum açıkçası. Bu tabii ki benim yapabileceğim basitlikte bir öngörü olamaz ama sürprizlerin bizi beklediğini hissedebiliyorum.
Şu anki dünya tablosu ne kadar sisli puslu görünse de unutmuyorum ki; tek bir kuram bile aydınlanmak için yol açabilir… Çünkü bir tek mum bile koca bir odadaki karanlığı etkisiz kılar. Teşekkürler Haluk Berkmen… Işığınız için…
Röportaj: Nesrin Dabağlar
http://indigodergisi.com

Elektromanyetik Kirlilik ve İnsan Sağlığına Etkileri



Master ve doktorasını ABD’nin George Washington Üniversitesi'nde tamamlayan Prof. Dr. Selim Şeker, 1982 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yapıyor. Uzun yıllar NASA’da çalışan Şeker, Savunma Bakanlığı ve TÜBİTAK’ta önemli projelerde görev aldı. Yayınlanmış dokuz kitabı bulunan Prof. Şeker, pek çok ulusal ve uluslararası toplantılara katılarak; elekromanyetik dalgaların insanlar üzerindeki biyolojik etkileri, elektromanyetik izleme sistemi gibi çeşitli alanlardaki çalışmalarını insanlığa hizmet olarak sunuyor.

Öncelikle insana ait doğal manyetik alanı inceleyebilir miyiz?
Tüm maddeler, kalp, adale, beyin gibi organlar manyetik özelliğe sahiptir. Her mekânda tüm canlıların içindeki ve dışındaki tüm boşluklarda yüksek ya da düşük birer manyetik alan mevcuttur. İnsan vücudunda her hücrenin kendine özgü elektrik devresi mevcuttur. O nedenle insan bir elektronik makine gibidir. Bu manyetik alan, biyoelektrik yüklerin hareketinden meydana gelir. Ve insanı oluşturan maddelerin manyetik alan sinyalleri hem birbiri ile hem de dünyanın manyetik alanı ile uyum halindedir.

Dünyanın manyetik alanı ile insana ait manyetik alan nasıl bir uyuma sahip?
Örneğin, uzaya gönderilen astronotlarda görülen ve haftalarca sürebilen yorgunluk, adele ağrısı, baş ağrısı ve baş dönmesi gibi sebepler, dünyanın manyetik alanı eksikliğinden kaynaklanıyor.

Geceleyin dünya manyetik alanı hücresel oksijeni arttırır, uykuyu destekler, iltihaplanmayı azaltır ve acıyı dindirir. Güneş doğduğunda beraberinde getirdiği pozitif manyetik alan hücresel oksijeni azaltır, uyanıklığı destekler, biyolojik iyileşmeye engel olur ve acıyı arttırır.

Kafamızın merkezde bulunan hormonları, enzimleri ve bağışıklık fonksiyonlarını yöneten pineal bezi manyetik kristallerden oluşan bir manyetik organdır. Manyetik enerjiye çok duyarlı olup ona has bir madde olan melatonin hormonu, geceleyin ortaya çıkar.

Dünyanın manyetik alanı tüm tabiatla uyum içindedir.


Dünyanın manyetik alanı daha başka nelerle uyum içinedir?
Örneğin arılar, yerin manyetik alanını ve günlük değişimlerini kullanarak, bulundukları konumu tespit ediyorlar. Göçmen kuşlar, balıklar gibi canlılar da yön bulmada dünyanın manyetik alanını kullanıyorlar. Fakat insanların ürettiği yapay alanlar doğal olandan çok çok fazla (örneğin 1000 kat) olduğundan doğal yaşam olumsuz etkileniyor.

Öyleyse elektromanyetik kirlilik dediğimiz şey, bu doğal manyetik alanın bozulmasından ileri geliyor. Elektromanyetik kirlilik için kitabınız “cep telefonunun zararları” temalı olmuş. Niçin özellikle cep telefonunu seçtiniz?
Türkiye’deki cep telefonu abone sayısı 67 milyon, yani nüfusu kadar. Cep telefonu sayısı ise 114 milyon, yani nüfusun bir buçuk katı kadar. Baz istasyonları sayısı ise şimdilik 36 bin.

Yani ciddi bir tehdit altındayız.


Birazdan başlıklar halinde inceleyeceğiz ama genel olarak cep telefonun zararları neler?
Olumsuz etkileri genel olarak ikiye ayırabiliriz. Birincisi baş ağrısı, yorgunluk uykusuzluk gibi kısa zamanda hissedilen etkilerdir diğeri ise moleküler ve kimyasal bağlara, hücre yapısına, vücut koruma sistemine yaptığı uzun sürede ortaya çıkabilen etkilerdir.

Cep telefonları devamlı kullanıldığından, vücuda zararlarının telafisi için imkan vermiyoruz. Diğer cihazların zararlı etkileri kullanımları kısa süreli olduğundan vücut tarafından tolere edilebiliyor, kullanılmadıkları sürece vücut yan etkileri bertaraf edebiliyor.

Kısa ve uzun vadede belli başlı etkileri nelerdir?
Yapılan araştırmalar sonucunda olumsuz etkilerin bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz.

DNA Üzerinde Hasar
• Elektomanyetik alanlara maruz kalmak belirli hücre tiplerinde gen, DNA ve kromozomlar üzerinde hasara yol açabilir.
• Cep telefonu kullanımında kulakta ve beynin, telefonun olduğu bölgesinde yoğunlukta olmak üzere ısı artışına sebep olmaktadır. Bu ısı artışı hücre yapısında etkileşime sebep olur.
• Bağışıklık sistemini zayıflatır.
• Kırmızı kan hücrelerinde deformasyona yol açar.


Uykusuzluk ve Depresyon
• Elektromanyetik alanlara aşırı hassasiyet sonucu fiziksel rahatsızlıkların görülebilir. Yani baş ağrısı, halsizlik, stres, uyku bozukluğu, ciltte yanma ve batma hissi, acı, alerji, göz yanması, kalp ritim bozukluğu, denge kaybı, depresyon eğiliminde artış, konsantrasyon bozukluğu ve benzeri problemler oluşabilir.
• Gece uykusuzlukları yapabilir. Çünkü melatonin salgılanmasını azaltarak uyku ritmini bozabiliyor.
• İnsan beyninin elektriksel devrelerine etki ettiğinden nörolojik ve davranışsal rahatsızlıklara sebep olabilir.


Beyin Tümörü Ve Akustik Nöroma
• Beyin tümörü ve akustik nöromaya (duyma sinirlerinde tümör) sebep olabilir. Örneğin beyin tümörü riskinin 5 kat arttığı yine bir bilimsel araştırmanın sonucudur.
• Beyin hücrelerinin ölümüne yol açar ve kan ile beyin arasındaki koruyucu duvara zarar verir. Dolayısıyla beyni dışarıdan gelen zararlı etkilere açık hale getirir.
• Çocukta kansere sebep olabilir. Çünkü çocuklar daha çok etkilenir. Bir yetişkine göre, rahatsızlanma olasılıkları daha yüksektir.
• Alzheimer hastalığına ve meme kanserine sebep olabilir.
• Sperm sayısını azaltabilir.

Peki bunda direk bir kesinlik var mı? Örneğin her cep telefonu kullanan kanser olur gibi bir sonuca varamayız değil mi?
Cep telefonu yaşamımıza yeni giren bir teknoloji. O nedenle kesin şunu yapar diyemiyoruz. Ancak tüm bunlar çeşitli bilimsel araştırmalarla desteklenmiş bulgulardır.

Olası etkiler kişiden kişiye değişebilir mi?
Olası etkiler çok şeye göre değişebilir. Bunları kitabımda detaylı bir şekilde anlatmaya çalıştım, ama özetle bu etkiler; elekromanyetik alanın frekansı, şiddeti, uzaklığı, maruziyet süresi, vücudun elektiriksel özellikleri gibi değişkenlere bağlıdır.

Aynı zamanda bir yetişkine oranla bir çocuk çok daha fazla etkilenecektir.

Selim Bey, bu arada saydıklarınızın içinden baş ağrısı, depresif hal, uyku bozukluğu gibi rahatsızlıklarım oldu. Bunu ben radyasyona bağladım çünkü özellikle cep telefonunu ve kablosuz interneti saatlerce kullanmamla gelişti. Zaten size ilk ulaşmam, bu konu hakkında araştırma yaptığım vakte denk gelir.
Evet, bu gibi rahatsızlıklar radyasyonun kısa vadedeki etkileridir. Uzun vade etkilerindeki artışı önümüzdeki yıllarda maalesef hep birlikte göreceğiz.


Elektromanyetik alanlara maruz kalmanın DNA ve kromozomlar üzerinde hasara yol açabileceği yönünde deneyler yapılmış mı?
1995 yılında Lai ve Singh’in fare beyin üzerinde yaptığı çalışma ile bunun kanıtlanmasının ardından pek çok araştırmacı daha bu konu üzerinde çalıştı. Avrupa Komisyonu tarafından finanse edilen “Reflex Projesi” bu araştırmalardan en kapsamlısıdır.

Peki bu Reflex Projesi nasıl gerçekleştirilmiştir, sonuçları neler olmuştur?
REFLEX Projesi, insan hücrelerinin belirli sürelerde 0,3 ila 2,0 Watt/kg’lık elektromanyetik dalga şiddetine maruz bırakılması ve daha sonra bu hücrelerin genetik yapılarının aldığı zararın modern moleküle biyolojik metotlarla araştırılması yoluyla gerçekleşmiştir. Bu yoğunluk ortalama bir cep telefonunkiyle aynı şiddettedir.

DNA Zincirinde Kırılmalar
Reflex Projesinin sonuçlarına göre cep telefonları çeşitli insan hücre tipi hücrelerinde doğrudan kanser yapma potansiyeline sahip çiftli ya da tekli DNA zinciri kırılma olayına yol açmakla kalmıyor. DNA molekülünü taşıyan kromozomlarda bozulmalara ve kanser oluşumuna yol açtığı bilinen bazı genlerin aktivitelerinde de değişikliğe yol açabiliyor. Ve kanser oluşumunun başlangıcı sayılan kontrolsüz hücre bölünmelerini hızlandırıyor.

3G ile Artacak Olan Tehlike
Bu araştırma özellikle cep telefonu ile yaşamımıza giren 3G teknolojisine de değinilmiştir. Reflex araştırmasının proje başkanlığı yapmış olan Prof. Franz Adlkofer Ekim 2007’de yaptığı basınç açıklamasında DNA üzerinde UMTS’nin (yani 3G) ikinci nesil teknolojiye göre 10 kat daha etkili olduğu ve kansere sebep olma ihtimalinin yüksek olduğunu bildirmiştir.

3G teknolojisi ülkemize yeni girmiş bir teknoloji. Genelde basında görüntülü konuşma ve mobil interneti daha hızlı hale getirme gibi avantajları ön plana çıkarılıyor.
Maalesef basınımıza göre her şey harika, her şey süper. Çevre ve insan sağlığı pek düşünülmüyor. Bakınız; bu teknoloji ile beraber baz istasyonları sayısı artacak. Örneğin İngiltere’de 50-70 bin civarında bas istasyonu kuruldu. Türkiye de aşağı yukarı İngiltere büyüklüğünde bir ülke; buraya da aynı sayıda yeni istasyonlar kurulması istenecektir.

Baz İstasyonlarındaki Beklenen Artış
Peki diğer ülkelerde baz istasyonu sayısı artıyor iken, belli bir tepki yok mu?
Örneğin İngiltere’de yayınlanan Elektor-Electronics dergisi, Haziran 2005 sayısını GSM, UMTS, 3G, WLAN, DECT’lerin radyasyon zararlarına ayırdı. Yine Hollandalılar 2003 yılından beri 3G (UMTS) baz istasyonlarıyla yaşamak zorundalar. Ülkede vatandaşlar 3G baz istasyonu kurulmasına karşı sosyal girişimlerde bulunmaktadırlar.


Bizler ne yapabiliriz ki?
Baz istasyonlarının sağlımızı tehdit edenlerini kaldırtabiliriz! Önümüzdeki günler 3G baz istasyonlarının kurulması ve yeni davaların açılmasına gebe görünüyor. Cep Tehlikesi adlı bir kitap yayınladık. Kitabımızın hukuk danışmanı avukat İnan Kaya sizler için “Hukuki Yollarla Baz İstasyonlarını Nasıl Kaldırtabilirsiniz” rehberi hazırladı. Ayrıca bu konu hakkında www.baztehlikesi.com sitesinden de bilgi ve destek alabilirsiniz.

Yaşadığımız yerlere yakın olması sorun teşkil ediyor. Haberlerde görüyoruz örneğin bir okulun yanına konuşlanmış bir baz istasyonu olabiliyor.
Okul, hastane ve yerleşim yerleri yakınında baz istasyonları olmamalı. Örneğin Hollanda’da baz istasyonları yakınında yaşayanlarda uyku bozuklukları, baş dönmesi, bitkinlik, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, kulak çınlaması gibi bir çok rahatsızlıklar görülür.

Yani 3G’nin getirdiği kolaylıklar çok cazip olarak pazarlanıyor. Ancak şu bir gerçek ki hem ülkemizde hem de dünyada radyasyon oranı gittikçe artıyor.

İçim karardı. Peki bağışıklık sistemimiz bu negatif etkiyi nötralize edemez mi, dengeleyemez mi?
Vücudun düzenleyici mekanizmaları bir noktaya kadar etkisiz hale getirebilir ama günlük dozun aşılması ve uzun süreli kullanımda oluşacak hasar kalıcı olacaktır.

Örneğin cep telefonlarının genetik şifre üzerindeki etkileri son derece kalıcıdır. Çünkü bu bozulma üreme hücrelerinde gerçekleşir ise (erkekte testis, kadında yumurtalık) genetik bozulmalar (DNA’daki) sonraki nesillere de geçebilecektir. Ancak zarar makul boyutta ise, genetik yapı kendi kendini onaran bir mekanizma olduğu için tamir edilebilir.


Günde 1 Saat Risk
Peki bu günlük doz, ne kadar süre cep telefonu ile konuşulur ise aşılmış olur ve risk taşır?
Bazı bilim adamlarına göre günde 1 saatlik bir konuşmanın uzun vadede ciddi bir risk oluşturduğu görüşünde. Yine bazı bilim adamları ise günlük 2 saatlik cep telefonu konuşmasının dahi beyin hücrelerine zarar verebileceğini vurguluyor.

Peki cep telefonun zararlarını en aza indirmek için neler yapabiliriz?
Cep telefonu görüşmeleri olabildiğince kısa tutulmalı. Ve cep telefonunu kablolu kulaklık ile kullanmak daha sağlıklı olacaktır. Eğer kulaklık yoksa, aradığınız kişi telefonu açıncaya kadar telefonu kendinizden uzak tutabilirsiniz. Ve arama yerine SMS atabilirsiniz.

Cep telefonu görüşmelerini çocuklarınızdan olabildiğince uzakta yapabilirsiniz. Hamile olanlar çok acil durumlar haricinde cep telefonundan uzak dursunlar.

Geceleri yatarken mutlaka cep telefonunuzu kapatın. Çünkü biyolojik ritminizi alt üst edebilir.

Cep telefonunu kalp, beyin, cinsel organlar gibi son derece hassas bölgelerden uzakta taşıyın.

Ayrıca aldığınız cep telefonlarının SAR değerinin düşük olmasına dikkat edin.

SAR değeri dediğiniz şey nedir?
SAR değeri vücudunuza bir cep telefonundan ne kadar radyasyon yayıldığını belirleyen bir değer olup telefondan telefona değişir. Piyasadaki cep telefonlarının SAR değerlerini internetten bulmanız çok kolaydır.

Laptoplar, Kablosuz İnternet Risk
Cep telefonu haricinde radyasyon yayan diğer cihazlar hangileridir?
Televizyonlar, bilgisayar monitörleri, laptop (diz üstü bilgisayarlar), oyun setleri, mikrodalga fırınlar, saç kurutma makineleri, elektirikli battaniyeler, çamaşır –bulaşık makineleri gibi tüm bildiğimiz elektirikli cihazlar hem elektirik hem de manyetik alan yayarlar.

Yine kablosuz internet, kablosuz bebek alarmları büyük risk taşıyor.

Fişleri Çekin!

Peki elektirikli cihazların radyasyonundan korunmak için neler yapabiliriz?
Örneğin, televizyon ekranına en az 2 metre uzaktan izlenmeli, saç kurutma makinası az kullanılmalı, elektirikli radyolu saatler, telesekreterler ve benzeri aletler yatak odasında bulunmamalıdır. Ve çalışır halde cep telefonu bulundurmayın.

Televizyon veya bilgisayarların arkasına 1.5 metreden daha fazla yaklaşılmamalı ve arkası kullanılmayan bir alana yönlendirilmelidir. Manyetik alan duvarlardan geçebildiği için bina dışına doğru gelmesi sağlanabilir.

Bunun yanında topraklı iletken filtreler aracılığı ile bilgisayar monitörlerinin yaydıkları elektirik alanlar azaltılabilmektedir. Ve bu filtreler monitör parlamasını önler.

Ayrıca dizüstü bilgisayarlar kucağa almak yerine uygun bir mesafede masa üstüne koymak daha sağlıklı olacaktır.

Ve mutlaka eğer kullanmıyorsak elektirikli aletlerini kapalı tutun ya da fişten çıkarın.

Ben söyledikleriniz doğrultusunda yaşamımda küçük değişiklikler yapmaya başladım bile. Özellikle cep telefonu için kulaklık kullanmaya başladım. Evde kullanılmıyorsa elektirikli aletlerin ve koblosuz internet modeminin fişini çekiyorum. Hatta bilgisayarda yazı hazırlarken bile uzun süre kalmak yerine aralıklarla başına oturup işlerimi hallediyorum. Selim Bey çok teşekkür ederiz bilgilendirmeleriniz ve olayın daha ciddi boyutunu gösterdiğiniz için.
Ben de teşekkür ederim Burçin Hanım. Kamuoyu bu gerçekleri bilmeli. İyi çalışmalar diliyorum.

Röportaj: Burçin İvren